Covid-19 Pandemisinin Sözleşmeler Üzerindeki Etkileri Hakkinda Uyarlama Yoluna Başvurulmasi
Uyarlama, Türk Borçlar Kanunu’nun yürürlüğe girmesiyle kanuni zemine oturtulan bir kavramdır. Zira bu kavram, TBK’nin yürürlüğe girdiği 01/07/2012 tarihinden itibaren mülga haline gelen 818 sayılı Borçlar Kanunu’nda yer almamıştır. TBK’nin hazırlandığı yasama faaliyetleri sırasında komisyona katılım sağlayan hukukçular tarafından bu kavramın, uygulamada yer aldığı ancak kanuni bir zemini bulunmadığından yargı içtihatlarına dayandırılarak işlemlerin yürütüldüğü dile getirilmiştir. Hal böyleyken isabetli bir düzenleme ile yeni kanun metninde “uyarlama” kavramı yerini bulmuştur.
Sözleşmenin tarafları, birbirine uygun irade beyanları ile içinde bulundukları hukuki ilişki ve bu ilişkinin şartlarını meydana getirdiklerinden dürüstlük kuralını dayanak edinmiş ahde vefa ilkesini (Pacta Sunt Servanda) esas alarak edimlerini ifa edeceklerdir. Taraflar, sözleşme ile üstlenmiş oldukları ifayı, değişen koşullarda nasıl yerine getireceklerini de bilahare düzenleyebilirler. Bu sebeple akdedilen şartların her sözleşmede farklılık gösterebileceği mümkün olduğundan hukuki değerlendirmeler somut olay özelinde yapılmalıdır. Sözleşmenin değişen koşullara karşın ne şekilde yürütüleceği özel olarak düzenlenmemişse, taraflar, “uyarlama” yolu ile sözleşmenin, yeni koşullara uygun olarak uyarlanması için yargı yoluna başvurabilecekleri gibi bir araya gelerek de sözleşme şartlarını değişen koşullara göre uyarlayabilirler. Zira bahsi geçen ‘değişen koşullar’, tarafların sözleşmeden kaynaklanan edimlerini gereği gibi ifa edememelerine neden olmaktadır. O halde öncelikle ‘değişen koşullar’ kavramı üzerinde durulmalı akabinde ifa imkansızlıkları ele alınmalıdır.
Değişen koşullar, sözleşme konusu ile ilintili olan belirli bir konuyla sınırlı değildir. Sözleşmenin akdedildiği sırada mevcut koşullar, sınırsız ve sayısız olarak daha evvel karşılaşılmayan sözleşme taraflarının öngöremedikleri olağanüstü durumlar sebebiyle değişebilir. Akdedilen sözleşmede taraflar, üstlenmiş oldukları işlerin olağanüstü ancak öngörebildikleri riskleri sözleşmeye ekleyebilirler. Örneğin; ülkemizde uygulaması oldukça artan ‘konkordato ilan edilmesi’ yahut ‘konkordatoya başvurulması’, sözleşmelere de yansımış ve süreç içerisinde sözleşmelerde tıpkı ‘iflas’ gibi ‘konkordato’ da değişen koşullar içerisine sokulmuştur. Yine sözleşme tarafları basiretli birer tacir olsalar dahi 2018 yılının Haziran ve Ağustos aylarında ‘kur farkı’ artışı öngörülemeyecek niteliktedir. Söz konusu fahiş kur farkı, bu döneme kadar akdedilen döviz endeksli sözleşmelerde ‘uyarlama’ yoluna başvurulmasına sebep olmuştur. Hatta Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında Karar’la döviz endeksli yeni sözleşme yapılmasının önüne geçilmiş ve mevcut sözleşmelerin de Türk Parası olarak yeniden akdedilmesi sağlanmıştır. Bu halde anılan tarihlerden sonraki dönemler için fahiş kur farkını uyarlamayı gerektirir bir hal olarak kabul etmek mümkün görünmemektedir. Elbette işin özü ve mahiyeti dikkate alınarak bu yargı değiştirilebilir.
Dünya Sağlık Örgütü tarafından 11 Mart 2020 tarihinde pandemi (bir kıta hatta tüm dünya üzerine yayılan ve etkisini gösteren salgın) ilan edilen yeni tip korona virüs (Covid-19) salgınının gündelik yaşam ve ekonomi üzerindeki etkileri hâlihazırda yaşanmaktadır. Ekonomik ve sosyal açıdan tüm dünya ülkeleri teyakkuz halinde olup ülkemizde de bir takım sınırlamalar (evden çıkmama yönünde teşvik ve kısa süreli sokağa çıkma yasakları) getirilmekte, bunun yanında ekonomik açıdan desteklemeler (işçi ve işverenler açısından kısmi çalışma ödeneğinden yararlanma, geliri olmayan vatandaşlara 1.000,00 TL’lik destek verilmesi) sağlanmaktadır. Çeşitli yasal düzenlemeler ile de bu dönemde meydana gelecek zarar minimuma indirilmek istenmektedir. Örneğin; 7226 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un Geçici 2. Maddesi ile 30/06/2020 tarihine kadar iş yeri kirasını ödeyemeyen kiracıya karşı, kiraya verence tahliye ve fesih haklarının kullanılamayacağı düzenlenmiştir. Anlatıldığı şekilde ekonomik ve sosyal açıdan oldukça etkili olan bu salgının, yukarıda bahsedildiği gibi uyarlamanın gerektirdiği ‘koşulların değişmesi’ hususunu, tereddüte yer vermeyecek şekilde etkilediği aşikardır.
Covid-19 salgınının bir mücbir sebep mi yahut bir beklenmeyen hal mi olduğu hususu açığa kavuşturulmalıdır. Mücbir sebep, karşı konulamaz, kaçınılamaz ve öngörülemezdir. Beklenmeyen hal ise borçlunun borcunu kendinden kaynaklanmayan bir sebeple ifa etmesine engel haldir. Dolayısıyla her mücbir sebep bir beklenmeyen hal olsa da her beklenmeyen hal bir mücbir sebep değildir. Bu durumda TBK m. 136, 137, 138 uygulama alanı bulacaktır. Tam imkansızlığın düzenlendiği 136. madde kapsamına giren olaylarda mücbir sebep, geçici imkansızlığın düzenlendiği 137. madde ve aşırı ifa güçlüğünün bahsedildiği 138. maddede ise beklenmedik halden söz etmek gerekecektir. Bu sebeple Covid-19 pandemisi, bir borcun ifasını sürekli olarak imkansız hale getiriyorsa mücbir sebep, eğer imkansız hale getirmiyor ya da geçici olarak imkansız hale getiriyorsa beklenmedik hal teşkil ettiği söylenebilir.
TBK m. 136 ve 137’de düzenlenen ifa imkansızlığı durumlarında borçlunun borcu, kısmen veya tamamen sona ermektedir ancak aşırı ifa güçlüğü durumunda borçlunun borcu devam etmektedir. İfanın sürekli olarak imkansız hale gelmesi durumunda borçlu borçtan kurtulur, borcun imkansız hale gelmesine kadar geçen sürede almış olduğu edimi sebepsiz zenginleşme hükümlerince iade eder ve başkaca bir edim isteyemez ayrıca söz konusu durumu başkaca bir zarara meydan vermeden alacaklıya bildirir. Kısmi imkansızlık halinde ise borçlu, borcun imkansız hale gelen kısmından kurtulur ancak kısmi ifa taraflarca öngörülmüş olsa idi bu sözleşmeyi akdetmeyeceklerinin anlaşılması durumunda borçlu borcun tamamından kurtulur. Ancak niteliği itibariyle edimin bölünemeyecek olması yahut alacaklı tarafından kısmi ifanın kabul edilmemiş olması hallerinde ise tam ifa imkansızlığı düzenlemesi uygulanacaktır. Pek tabii borçlunun yerine getirdiği kısmi ifa karşılığı olan edim de alacaklı tarafından ifa edilir. Kısmi imkansızlık durumunda ‘akde tahammül süresi’ oldukça önemli bir kavramdır. Bu süre olay ve sözleşme konusu özelinde değişiklik arz edebileceğinden taraflarca sözleşmenin devamı katlanılamaz hale geldiği takdirde akde tahammül süresinin dolduğundan bahsedilir. Süre içerisinde Yargıtay içtihatlarında da belirtildiği üzere sözleşme ayakta kalacak ancak edimler talep edilemeyecektir. Ancak sözleşme bu sürenin aşılması ile taraflardan herhangi biri tarafından sona erdirilmeden önce “aşırı ifa güçlüğü” hükümleri de dikkate alınmalıdır.
TBK m. 138’de düzenlenen “aşırı ifa güçlüğünün” varlığından söz edebilmek için, sözleşme taraflarınca öngörülemeyen ve yine sözleşme taraflarının sebep olmadığı olağanüstü bir durum gereklidir. Aşırı ifa güçlüğü, tam veya kısmi imkansızlık durumundan farklıdır. Yine Aşırı ifa güçlüğü durumunda, sözleşmenin yeni koşullar sebebiyle hakkaniyete ve dürüstlük kuralına göre uyarlanması mümkündür.
Uyarlama konusunu taraflar bir araya gelerek belirleyebilecekleri gibi taraflardan herhangi biri mahkemeye başvurarak hakimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını da isteyebilir. Uyarlama konusu, bedelle sınırlı değildir, taraflar sözleşmede düzenlenen herhangi bir konuda iradeleri doğrultusunda bu yola başvurabilirler. Örneğin; kiralanmış bir iş yerinde pandemi nedeniyle faaliyet durmuş olsun, kiralanan taşınmazı, kar gütme amacıyla işletmesi için iş yeri olarak kullanan kiracı, kazanç elde edemediğinden kira bedelini ödeyemeyecektir. Bu durumda kiraya verenin, kira bedelini istemesi dürüstlük kuralına aykırıdır. Zira kira sözleşmesi karşılıklı edimleri içerdiğinden kiraya veren, direkt yahut dolaylı bir etkisi olmasa da kiralanan yeri, kiracıya kullandıramamaktadır. Beklenmeyen halin ortaya çıkmasıyla sözleşmedeki dengeler bozulmuştur. Bu nedenle taraflar arasındaki kira sözleşmesi için uyarlama yoluna başvurmak kaçınılmaz hale gelmiştir. Uyarlama yoluna başvurularak dengenin sağlanamadığı durumlarda ise fesih kaçınılmazdır.
İfada sıra kavramını düzenleyen TBK m. 97’ye dayanılarak da akdedilen sözleşmede taraflar, üstlenmiş oldukları edimlerin yerine getirilmesini bir sıraya bağlamamışlarsa, pandemi nedeniyle edimlerinin etkilendiği varsayılan bir sözleşmenin herhangi bir tarafı, diğerinden edimini yerine getirmesini isteyemez.
Pandemi sürecinde her bireyin, toplumun neredeyse tamamının ekonomik ve sosyal açıdan zorluğa düştüğünün farkında olarak hareket etmesi gerekmektedir. Aynı durum sözleşmenin tarafları açısından da kaçınılmazdır. Hal böyleyken sözleşmenin tarafları, iyi niyetli ve karşılıklı anlayış içerisinde hareket edip, süreci döndürülemez zararlara sebebiyet vermeden atlatmalıdır.
Yargıtay 3. H.D. önceki yıllardaki içtihatlarında alışveriş merkezlerinin doluluk oranının, bir uyarlama sebebi olduğunu kabul etmiştir. Sonraki yıllarda verilmiş kararlarda ise taraflar arasında akdedilen sözleşmenin bu hususta kiralayanın lehine bir takım önlemler alarak müşteri portföyü, seçkin ve üst segment markaların alışveriş merkezinde satış yapması yahut başkaca sebeplerle alışveriş merkezindeki diğer dükkanların boş kalması gibi durumların kiralayanı bağlamayacağı düzenlenmiş, dolayısıyla da basiretli bir tacir gibi davranması gereken kiracının ahde vefa ve sözleşmeyle bağlılık gereği uyarlama yoluna başvuramayacağı hükmüne varılmıştır.
Hal böyleyken yaşanan olağanüstü duruma ilişkin herhangi bir yargı uygulaması bulunmamakla birlikte bu dönemde görüş bildiren hukukçularca ve kanımızca; özel eğitim ve kurslar ile yapılan sözleşmelerde, banka ve kredi kuruluşlarıyla imzalanmış kredi sözleşmelerinde, toplu araç kiralama sözleşmelerinde, öğrenci evi kiralamalarında, alışveriş merkezi ortak giderleri ile dükkan kiralama sözleşmelerinde, döviz endeksli kiralamalarda, yıllık iş yeri kiralamalarında ve pandemi dolayısıyla etkilendiği ortaya konulan tüm sözleşmeler için şartların sağlanması halinde uyarlama yoluna başvurmak mümkündür.
Semahat Topcu 05 Mayıs 2020